• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Burak Karen
Burak Karen
TÜM YAZILARI

Korku mu, düşmanlık mı?

21 Mart 2015
A


Burak Karen İletişim: [email protected]

Seçim sath-ı mailine girilirken siyasetin üslubu iyice düzeysizleşti, fikrin yerini ajitasyon alır oldu. Şeytanla bile işbirliğine hazır olan “sözde” siyasiler bütün nüansları yok etti, bütün gri tonları kaybetti, sadece ak ile kara, sadece “iyiler” ve “kötüler” üzerinden siyaseti dillendirir oldular.

Kürt sorununun çözüm ışığını gördüğü, barış rüzgârlarının ılıman esintisinin yüreğimizi ferahlattığı, değişimle birlikte, demokratikleşme, modernleşme ve büyüme eğrisinin durmaksızın yükseldiği bir zaman diliminde başkanlık sistemi tartışmasını Erdoğan’ın kişiliğine indirgeme ısrarı bilinçli bir tercih olarak işleniyor.

Terörü doğuran bataklığı kurutacak olan çözüm sürecinin Ortadoğu’da yeni bir paradigma oluşturacağı ortada iken vesayetçi kirli ittifakın yıllardır özenle inşa ettiği Erdoğan nefreti ve diktatörlük safsatalarıyla, bir tarihi eşiğin/adımın değeri kamufle edilmek isteniyor. 

Başkanlık sisteminin Türkiye’de işlerlik kazanmasından mı, yoksa Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık koltuğuna oturmasından mı korkuyorlar, irdelenmesi gereken asıl mesele budur. 

Avrupa Erdoğan’daki Kanuni ruhundan, İsrail Erdoğan’daki Selahaddin-i Eyyubi iradesinden, Ortadoğu ve Araplar Erdoğan’daki Yavuz Sultan Selim inancından ürküyor, korkuyorlar. 

Yahudiler, Katolikler ve Ortodoksların Erdoğan’daki Abdulhamid Han zekâsından halet-i ruhiyeleri bozuluyor, devirleri dönüyor. 

Erdoğan’da Sultan Alparslan’ın inancı, Sultan Yavuz’un sesi, Sultan Fatih’in ufku olduğunu biliyorlar, yeniden uyanan Osmanlı’yı görüyorlar ve rüyaları kaçıyor.

İsrail’in varlık ve güvenliğine karşı bir tehdit oluşturan, Hıristiyan dünyası ile teolojik ve siyasi bir çatışmaya girebilen, garp uygarlığına karşı bir alternatif ve batıya karşı ekonomik, siyasi, kültürel anlamda rakip olabilen, İslam dünyasına ağabeylik yapabilecek bir konumdaki Türkiye yerli ve yabancı “karşıdakileri” düşündürüyor, korkutuyor. 

Ülkemdeki “yerli turistler” madalyonun diğer karanlık yüzünü oluşturuyor. Var oluşu Kürt sorunuyla tanımlanan bir parti olan HDP ve başkanı Selahattin Demirtaş halk iradesinin, halkın tercihinin önemli olmadığını, ülkede bitecek Kürt meselesiyle birlikte kendilerinin de, misyonlarının da biteceğini bildiği ve gördüğü için feryat ediyor, çığlık atıyor, efeleniyor, Tayyip Erdoğan’a kin kusuyor. Tabiri caizse talihsiz bir şov yapıyor. 

Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça, HDP’liler bu topraklarda yaşadıkça sen başkan olamayacaksın. Seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız” diye yeminler ederken Cumhuriyet tarihinde ilk kez Kürt sorununu “müzakere” aşamasına taşıyan lidere kaybedeceğini bildiği halde savaş açıyor. 

Kürtlerin iradesini yok sayan vesayetçilerle aynı dili kullanıyor. Dostluk ve kardeşlik için birleşen eller hayallerini baltalıyor.

Demokrat, özgürlükçü muhalefet boşluğunu doldurmak yerine, kolayını seçip kendisini hazır olan Erdoğan karşıtı nefretin rüzgârına teslim ediyor. 

Muhtar bile olamazsın denilen günlerden başkan bile olamazsın denilen günlere gelindi. 

Kürtleri inkâr ve asimilasyon politikasının kurucusu ve tarihi boyunca savunucusu olmuş CHP’ye, hâlâ “faşist” rüyalardan uyanamayan MHP’ye, Gülen çetesine ve Erdoğan karşıtı dış mihraklara şirin görünme çabası karşı Kürt cephesini oluşturacak gibi. 

Çözüm sürecinin mimarı olan Erdoğan’a karşı derin bir düşmanlık besleyerek apolitik, tutarsız çıkış yapan bu adamın Erdoğan’a ve AK Parti’ye karşı duyduğu bu derin nefret ve düşmanlık hissi HDP’yi Kürtlerden duygusal olarak koparacaktır. 

Bu süreç, tüm bölgeyi ilgilendiren kardeşliğin inşası anlamına geliyor ve bölge halkı için hayati önem taşıyor. Barışın Ortadoğu’da ekonomiden siyasete, uluslararası ilişkilerden bölgesel her düzeyde işbirliğine dayanan yeni bir yapı oluşturacağı ve beraberinde kardeşlik rüzgârlarını estireceği biliniyor.

CHP ise bu ülkenin çirkin yüzü, prangası, yükü, ayak bağı. Cumhurbaşkanlığı hayalleri tükenen bu “kör” zihniyet mensupları başkanlık sistemine geçilirse ebediyen bu ülkede başkanlık koltuğuna oturamayacaklarını bildikleri için kin kusuyorlar, sinkaflar savuruyorlar. 

Türkiye’nin nasıl yönetildiğinin, ülkenin geleceğinin, halkın taleplerinin fazlaca bir önemi yoktur bu kokuşmuş zihniyet için. Önemli olan vesayetin bir biçimde devam etmesidir. 

Erdoğan nefretiyle beslenenlerin sofrasından kalkamayarak, fantezi kurup, akıl dışı olasılıklarla seçmeni yanıltıp, kandırmaya çalışıyorlar. 

Yani dertleri ülkenin geleceği, ülke meseleleri değil, kendi gelecekleri her gün altlarından kayan saltanat kayıkları. 

Türkiye’de ve bölgemizde yaşanan büyük dönüşümü ve krizleri sol-liberal şablonun dışında okuyamayan, seküler bir dünyanın içerisinde Kürtleri konumlandıran, AK Parti’ye karşı her türlü kirli ittifaka ortak olup “milli” mücadele verdiğini düşünen, yarım asırdır iktidar olamamanın sebeplerinin ve neticelerinin ciddiyetini idrak edemeyerek genlerinde olanı sergiliyor CHP zihniyeti.

Tek cümleyle yüreklerindeki Erdoğan korkusu ve düşmanlığı bütün meselelerin özünü oluşturuyor. 

Yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin coğrafyası, tarihi, kültürel, ekonomik ve sosyal bağları Türkiye’ye bazı özel sorumluluklar yüklüyor. Bölgedeki ülkelerle/halklarla duygusal ve kültürel bir yakınlık kurmasını doğal kılıyor ve Türkiye’ye önemli bir bölgesel aktör olma misyonunu yüklüyor. 

Çözüm Süreci ve oluşturulacak başkanlık sistemiyle Türkiye kurumsal faşizm/vesayet tehdidinden kurtulacak ve bağımsızlığını tam manasıyla kazanacaktır. 

Türk-Kürt kardeşliğinin yeniden tesis edilmesi ve Türkiye’nin barış ve istikrar içerisinde aydınlık ve müreffeh bir geleceğe kavuşması, silah yerine sevgi ve kardeşliğin devreye girmesiyle sağlanacağını beyinleri basmıyor. 

Bu zavallıların ıslahı için dualarımızı esirgemeyelim lütfen.

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23