• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ayhan Demir
Ayhan Demir
TÜM YAZILARI

Hâl ve gidişat

19 Eylül 2018
A


Ayhan Demir İletişim: [email protected]

Şurası kesin: Türkiye teröristleri etkisiz hale getirmek için çalışırken, birileri de Türkiye’yi etkisiz hale getirmek için çalışıyor. 

Amerika Birleşik Devletleri’nin FETÖ terör örgütüne kucak açması, bölücü terör örgütüne silah ve lojistik desteği vermesi, döviz kurlarında yaşanan sıra dışı hareketlilik, uluslararası finans ve kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkemiz aleyhindeki açıklamaları başka türlü izah edilemez.

İspanyol edebiyatçı ve siyasetçi Vicente Blasco Ibanez, yüz yıl önce şunu söylüyor: “Osmanlı yumuşacık bir somun ekmek; dünyanın en korkunç kurtları bir lokma koparmaya geliyorlar.” (Fırtınadan Önce Şark, Kültür Yayınları)

Yüz yıl sonra, Osmanlı’nın yerine Türkiye’yi koyarak, aynı cümleyi rahatlıkla kurabiliriz: “Türkiye yumuşacık bir somun ekmek; dünyanın en korkunç kurtları bir lokma koparmaya geliyorlar.”

Evet, mesele tehlikeli bir noktaya doğru gidiyor. Bu ülkeyi seven herkesin, her kesimin her zamankinden daha dikkatli ve rikkatli olması gerekiyor. Aksi halde, Allah korusun, Türkiye’nin ekseni falan değil, hayatı kayacak.

Hep dış güçlerin kötülüklerinden dem vuruyoruz. Ancak iç güçlerin de altını çizmemiz gerekiyor. Dış güçler kadar içimizdeki uzantılarının millete dayattığı süreçler de, herkesi geriyor. 

Yazımıza, Metin Aydoğan’ın Bitmeyen Oyun isimli kitabından, uzun ama anlamlı bir alıntı ile devam edelim. İsmet İnönü, 1963 yılında Başbakan iken, şu konuşmayı yapar: “Daha bağımsız ve kişilik sahibi bir dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? 

Hepsinin çevresi ‘uzman’ denilen yabancılarla dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum, sonucu bana gelmeden Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurdan önce, sefirden öğreniyorum. Bağımsızlık savaşından sonra Lozan’da esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa sınırlar zaten fiili durum idi. 

Tazminat işini iki devlet aramızda çözerdik. Bütün mücadele idaremize yapılmak istenen müdahale yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük ödünlerde bulunmaya hazırdılar. Dayattık. Biz onların neden ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim neden inatla reddettiğimizi biliyordu. 

Böyledir bu işler; peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı, ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika, ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat sanmayınız ki bu kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez.” 

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zaman zaman bürokrasiden şikâyet etmesi, “bürokrasiyi aşamıyoruz” demesi boşuna değildir. Bu durumu işaret etmek içindir.

Bütün bunlara ilaveten, konu açılmışken, şunu da söylemek şart oldu: Neye sahip olduğumuz değil, sahip olduğumuz şeyle ne yaptığımız önemlidir. Bıçak, hayat da verir, can da alır. 

Yanlış insanlarla, doğru iş yapılmaz: Hekimin de eli var, katilin de…

Ellerinde mesuliyetin altın ibrikleri bulunanlar, milletimize su taşımak yerine, o ibrikleri eritip zengin olmayı tercih ediyor. Borges’in Alçaklığın Evrensel Tarihi kitabını aratanlar, geldikleri yeri “yüksek tabaka” sanıyor.

İsmet Özel’in dediği gibi: “Türkiye’de insanlar, insan olmayı değil, zengin olmayı seçtiler.” Aranızda buna katılmayacak, “hayır” diyebilecek olan var mı?

Türkiye tarihsel dönüm noktalarından birindeyken, köşeyi dönmekten başka derdi olmayanlarla bir yol alamayız. Vatanı değil, cüzdanını kuvvetlendirmek için gayret edenlerle bir yere varamayız. 

Ödün verenlere, ödül verilmez, vermemeliyiz. Bu topraklarda yaşayıp, ülkemiz ve milletimiz aleyhine hesap yapanları, iş tutanları deşifre etmeliyiz.

Peki, bütün bunları niçin yazıyoruz? Derdimiz nedir? Tam olarak şu: Devletler de insanlar gibidir. Yeri gelir sendeler, yeri gelir düşer. Hatta bu esnada yaralanabilir. 

Hiç önemli değil. 

Önemli olan, sendelemek ya da düşmek değil; yeniden doğrulmak, ayağa kalkmaktır. 

Önemli olan, yaralanmak değil; yaranın kangren olmasına müsaade etmemektir.

Hep birlikte bu sıkıntılı durumun üstesinden gelmeliyiz. Enerjimizi bunun için sarf etmeliyiz.

Allah yar ve yardımcımız olsun.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23