• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Av. Yaşar Baş
Av. Yaşar Baş
TÜM YAZILARI

İsyan ahlâkı

29 Temmuz 2016
A


Av. Yaşar Baş İletişim: [email protected]

Nureddin Topçu’nun 1934 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde sunduğu “Conformisme et Révolte” isimli doktora tezinin ismi biraz da tercüme hatasıyla İsyan Ahlakı olarak Türkçe’ye çevrilmişti.

Ahlakı, sorumluluk temelinde tanımlayan Nureddin Topçu, yarınki Türkiye’nin ancak kökü Anadolu topraklarında olan millet ve milliyetçilik temelinde yükselebileceğini savunuyordu.

Bakın etrafınıza, en uysalından en isyankârına kadar, bu topraklardan doğmuş her ne varsa içinde asaleti, şefkati, arzuyu, tevekkülü, yaşamayı, yaşatmayı barındırdığını göreceksiniz.

İsyanımızda da bir asalet var bizim, teslimiyetimizde de.

Küskünlüklerimizin bile asaleti var. Dünyanın neresinde şehre küstü mahallesi var. Şehre ancak küseriz biz. Küsersek çekiliriz. Sadece tekrar davet edilmeyi ve gönlümüzün alınmasını bekleriz. Kin tutmayız. 

İsyanımızı Dadaloğlu, irfanımızı Mevlana, aşkımızı Ferhat biliriz.  Niyazi Mısri, Mısır’lı değil, Anadoluludur. Sezai Karakoç da bu toprakların çocuğudur. Necip Fazıl da.

Bizim eşkıyalarımız bile efedir. Asil, vakur, gururlu ve yerli. Nam için yaşar, nam için ölürüz.

Bu toprağın çocukları bu topraklarda, buraya ait bir medeniyet inşa ettiler. Çeşit çeşit, rengarenk, cıvıl cıvıl.

Batının şablonik, doğunun savruk tarzına karşı, ne batıya ne de doğuya ait, doğu ile batının ortasında, yanlış anlamayın Ortadoğu’da değil doğu ile batının tam ortasında yeni bir medeniyet havzası, hatta yeni bir medeniyet adası. Rengiyle, kokusuyla, dokusuyla tamamen bize ait. Tüm renkleri ve çeşitleriyle.

Küçücük cemaatler vardı. Aklından siyaset hesabı geçmeyen, kendi dünyasında. Her biri Türkiye’nin bir rengi gibi. Bu çeşitlilik sürseydi, bugün tek merkezden emir alan insanlıktan çıkmış terörist bir örgüt çıkabilir miydi ortaya.

Aslında çeşitliliğin kendisi bir güvenceydi. Yoldan sapan olursa, ancak kendi cürmü kadar yer yakar, boşluğu dolduracak onlarca seçenek ortaya çıkardı.

28 Şubat’ın Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülük, Anadolu’nun iştahlı çocuklarının ellerinde büyüyen çeşitliliği yok etmek oldu. Boşluğu, okyanus ötelerinden olan plastik örgütler doldurdu. 

Eğer bizim bağımızın, bahçemizin, yaylalarımızın çiçekleri sökülüp atılmasaydı bu topraklardan, evlerin balkonlarından plastik çiçekler sarkmazdı.

Bu topraklardan beslenmeyen, bu toprağın çocuğu olamayanlar, bu topraklara kadastrocu gözüyle baktılar.

Kafalarında önce millet şuuru yok edildi. Vatanını arzın üzerinde ifade ettiği alan kadar değerli, Anadolu’yu topraklardan bir toprak, milletimizi de yığınlardan bir yığın olarak gördüler.

Onun için her şeyin hesaplanabilir, her şeyin satılabilir, her şeyin alınabilir olduğunu sandılar. Göklerden gelen bir kararla yerle bir oldular. 

Her biri diğerini işi bitirdik yalanı ile kandırmış. Ölmeyi göze alıp yola çıkan var mı içlerinde. 

Uygun zaman için yaşamak dışında bir hesapları, değer yargıları, öncelikleri var mı? Şablon Amerikan filmlerinden. Yok, bize ait bir tat.

Bize ait olanın lezzetine, şehit olma emrini başının üstüne koyup vatan haininin alnına mermiyi çakan Ömer Halisdemir’in kahramanlık hikâyesine, Erkan Pala’nın mütebessim, siz kimsiniz diyen şehadet fotoğrafına bakın.

Biz buyuz.

Şunu da anladık ki, farklarımız, dargınlıklarımız, kırgınlıklarımız, kızgınlıklarımız bile bize ait. Bize ait ne varsa bizim damağımız bizim lezzetlerimizi istiyor.

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23