İktisatta cezanın ferdiliği…
Hukukta cezanın ferdiliği, hemen hepimizin dilindedir. Adaletin temel direğidir bu prensip. Ne çare fiilen uygulanmaz. Mesela, hakimler masum çıkma ihtimali de bulunan bazı davalarda maznunlara uzun süreli hapis cezası verebiliyorlar. Bu durumda bunların çocukları ve bakmakla mükellef oldukları aile fertleri de cezalandırılmış olmuyor mu? ...
Politik iktisatta da cezalandırma aynen böyle midir acaba? Özelleştirme kararların infazlarına bir bakalım…
Özelleştirme, hal-i faal üretim birimlerini hiçbir zaman tasfiye etmek olmadığı gibi, altın yumurtlayan tavuğu yabancılaştırma ve verimli kuruluşları siyasete yakın kişi ve kurumlara satış görüntülü hibe edivermek ise hiç değildir…
•
Emperyalizm, sömürgecilikte metot değişimine gitti. Merkezden gönderilen silahlı güç kullanmanın yüksek maliyetinden kurtulmak için, sömürülen ülkeleri kendine yabancılaştırılmış politikacıları eliyle soymak hem daha ucuz, hem daha namuslu ve hukuki idi… Bu modelin alt yapısının oluşturulmasına girişildi. Eski sömürgeler bağımsızlıklarına kavuşturuldu ve her birinin köşe başlarına da, o ülkenin kanından gelip dışarıda eğitilerek yabancılaştırılan kansızlar yerleştirildi. Sıra geldi kan damarlarına enjeksiyonları yerleştirmek…
Özelleştirme politikası bir enjeksiyon iğnesidir. Sömürgecilikte politika aracı olarak kullanılması düşünüldü ve evvela İngiltere’de kullanmaya başlandı. Borçlandırılan ülkeler ödeme güçlüğüne düştüklerinde, daha doğrusu “düşürüldüklerinde”, denildi ki, “Normalde sizin dış borçlarınızı ödeyebilecek mali gücünüz yok. Amma buna karşılık iktisadi değerleriniz mevcut. Borçlarınıza karşılık bunları trampa edelim”…
•
1980’li yıllardayız, iktidarda kimler var idiyse, 1980’de 15 milyar dolar olan borcumuzu 85’te 40 milyar dolara “yükseltmişti”. Yükselmişti değil “yükseltmişti”!. IMF ile anlaşmaya zorlandık.İşte tam da bu kertede Türkiye kendi hür iradesinin dışında bir ittirme - dürttürme sonunda özelleştirmelere gitmeye zorlandı…
Zehir satıcıları yemleyici ikramlarınıhiçbir zaman tam dozla yapmazlar. Ufaktan ufağa, alıştıra alıştıra, tedricen…
Halkın, “Asker memleketi parçalayıp satıyor” diyerek kendini toparlamasından çekinen iktidardakiler de, IMF ve Dünya Bankası isteklerini yerine getirirken en düşük dozla işe koyuldular. Arçelik ve Çelik Halat’taki kamu payları satıldı. Akabinde hal-i faal ve altın yumurtlayan KİT’ler sıra ile özelleştirildiler. Çünkü varlıklarıyla Hazine’nin, milletin ve bütçenin sırtında büyük bir yük ve kambur oluşturmaktaydılar…
Kendiliklerinden mi?...
Hayır…
Özel maksada mebni, iktidar eseri olduklarından…
Gün be gün ihtiyaçlar çeşitlenerek artıyor teknoloji de gelişiyor. Eldeki silahların da geliştirilmesi gerekiyor. KİT’ler de birer silah olduklarından, modernleştirilmeleri için sermaye ihtiyacını duyuyorlar. Bunun için hazır kaynakları da mevcut. Aynı ailenin mülkiyetindeki kamu bankaları… Şimdilerde de zaten elimizde üç milli ve yerli banka kaldı…
Satılınca bakalım, sonumuz ne olacak?...
Oysa kamu bankaları, bunların isteklerini, siyasetten aldıkları talimatlar gereği bilerek yerine getirmeyince, kamu şirketleri de, yani halkın kendi şirketleri özel mali kapitalist bankalara yüksek faizle borçlandılar. Milletin, halkın ve devletin hazinesi bu yükün, bu kamburun altında ezilmeye başladı…
Çare, yetkililerce satıp kurtulmaktı. Öyle de oldu…
•
Özelleştirmeler sırayla birbirlerini takip ederek devleti bütünüyle yok olma kertesine getirircesine küçülttü. Bu küçültme operasyonlarında yaptıklarının suç olduğunun idraki içinde bunları örtüp gizlemenin yolunu araştırırken, 28 Şubat formülü ortaya çıkıverdi. Kendi görüşlerince bela olarak değerlendirdikleri bir Erbakan gerçeği meydan bulmuştu. Erbakan’ın ihkak-ı hak için hesaplaşmaya geriden başlayıp başlamayacağı her ne kadar bilinmiyor idiyse de, şüphelenildi ve tanklar balans ayarına çıkarıldı.
Politik ekonomide bilerek suç işleyenler, bir başka anlatımla, “ Edenler”, kendi özel yorumlarına göre belki “buluyormuş” olsalar da, bu ilahi infazlar dış alemde yankılanmadığından, politik iktisatta cezai uygulamaların ne ferdi ne de yandaşlar çevresindeki infazı görülmüyor…
Mesela…
Adam gitmiş dış dünyaya uzunca süreli bir seyahat için. Dönüşte göz bebeği, fidanının karşılayacağını umarken bir de bakıyor ki, aslanının ölüm raporu…
Ve bu da, tesadüf gibi algılanıyor. Oysa değil tabii, İlahi adaletin infazdaki dünyevi bir kısm-ı asgarisi…
Vuranlar, vurgunlarından sağladıkları konforla şu yalan dünyayı, özünde de inanmadığı, cennetine çevirerek, keyfe ma yeşa, yaşayıp gidiyor gibi görünseler de, Hz. Allah kul hakkından alacağının, hepsini öteye bırakmıyor…