• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Haberli gelişler…

25 Ocak 2018
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

Sınırlarımıza yerleştirilen eşkıya güruhuna, “bir gece ansızın geliveririz” ön haberiyle dikkat çekiliyordu. Bizler biraz aceleci millet olduğumuzdan, bir iki ihtar sonrası hareketsiz geçirilen zamandan kazançlı çıkacak olanın, bu boşluktan istifadeyle hazırlıklarını tamamlama fırsatını yakalama anlamında düşman taifesi olacağını sanıyorduk…

Bizi, bir anlamda utandıracak bu tahmine yönelten bir başka husus daha vardı. Feto belasının silahlı kuvvetler bünyesinde oluşturduğu büyük tahribat…

Gün geçmiyor ki, halen muvazzaf hizmette bulunan düzinelerce askeri personelin fetocu şüphesiyle gözaltına alınarak tutuklanıyor olması…

Bu tahribatlar, ordunun manevra ve savaş gücünü olumsuz yönde etkilemez miydi?   

Halkımızın büyük bir kısmı, hemen hemen tamamı, “askeriyeyi” Peygamber Ocağı olarak tanır. Halkın bu inancında hiç şüphesiz, Resulü Zişan Efendimizin Devri Saadette Müminler ordusunun başında kafirlere karşı savunma savaşlarına kumandan olarak iştirak etmişliğinin büyük etkisi bulunmaktadır. Haydi Selçukluları falan bırakalım bir yana, ilk dönem Osmanlı padişahları da elde kılıç, asakirin başında kıtalar arasında at koşturmaz mıydı?…

İster dini kisvesini bürünmüş olsun, ister laik kimliğiyle harekete kalkışsın, teçhizatını kuşanmış bir Kumandanın askerinin başında sahada bizzat ispat-ı vücut eylemesi, askerin coşturulmasında yeterli tek moral unsurudur…

Hele bir de, Hz. Allah ve Resul-ü Zişan Efendimiz’e destek yakarışları amacıyla avuçlar açılınca…

Çanakkale, apaçık bir örnek olarak ortada. İstiklal savaşının çeşitli muharebe alanlarında da asker ve silah olarak Türklerin gücü ne idi ki, düşmanlarının ortak devasa kuvvetlerine karşı galebe çalabilsindi?..

Amma oldu. Dört işleme göre değerlendirilmesi durumunda, ne Çanakkale’nin geçilmezliği sağlanabilirdi, ne de atına yem bulmakta güçlük çeken süvarilerimiz Yunan’ı denize dökebilirdi…

Atatürk’ü seversiniz ya da sevmeyebilirsiniz, beğeniriz, beğenmeyebiliriz, erken Cumhuriyet döneminin siyaseti, yermenin yanında başlara taç da edilebilirdi. Amma bir gerçek var ki, o da ocağın, halen Peygamber Ocağı olarak kucaklanmasına vesile, bizzat kendisinin bir yandan Sakaryalarda ve Dumlupınarlarda askerin başında koşturmaları, diğer yanda da, Balıkesir camilerinde okuduğu hutbeler olmalıydı…

Asırlar öncesinin olayları değildi bunlar. O günleri fiilen yaşayanlar, içinde yer aldıkları ocağı günümüze dek her hatırlayışlarında tereddüdsüz isimlendiriverdiler… 

PEYGAMBER OCAĞI… 

Bunlardan birisi de, en yakınlarımdan, rahmetlik dedem idi…

O günlerde iktisaden yetmezlik içerisindeydik. Bu günlerde de ayni hal az farkla devam ediyor…

Bizim sınıf okulumuz, Haliç Köprüsünün Halıcıoğlu ayağında yer alan ve şimdinin Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi adıyla hizmet sunan, iç avlusu mescidli tarihi binada idi. Delikanlılık çağında okulu bitirdik. Rızkımız Diyarbakır’da imiş...

Dedem, hiç unutmam, çekti beni karşısına ve başladı nasihata…

“Bak oğlum, gideceğin yer Peygamber Ocağıdır. Aşı da, Peygamber aşı. Doğruluktan ayrılma, yalan dolana sapma, görevini savsaklama. Yapacağın yanlışlıklar, yalana dolana sarıp sarmaladığın sahtekarlıklar, ocak aşının kutsiyetinden geri döner ve sonunda seni bulur”…    

Tayyip Erdoğan, günümüzün Devlet Başkanı, mesleken asker olmasa da, temsilcisi kumandanların şahsında fiilen bin bir türlü risklerle yüklü tüm sahalarda, muhtemelen Balıkesir de dahil, dolaştığı her alanda, dilinde hep Allah’ın kelamı…

Ocağın sırrındandır. İlk kez vuku buluyor, 72 uçak milimetrik hataya düşmeksizin düşman mevzilerindeki hedeflerini yakıp yıkarak görevlerini yerine getirmişliğin verdiği milli gurur ve mutlulukla geriye dönüyorlar…

Hem de feto belasının silahlı kuvvetlerin personel sayısında hatırı sayılır bir azalışa yol açmasına rağmen…

Ne hazin ve utanç verici bir çöküş idi ki, o mübarek ocağın kutsiyeti feto eliyle tereddiye düşürüldükten sonra, şükürler olsun son yıllarda eski saygınlığına kavuşuyor…

Hayat bu işte. Canlı cansız her nesne ayni ilahi iradenin hükmü altında. Doğuyor, büyüyüp gelişiyor, yarı ömrünü tamamlayınca başlıyor geriye doğru, kemale erişkin bir olgunlukla ters yönden küçülmeye. Bir an geliyor, haberli gelişi gibi, bu kez de, emareleriyle gidişinin haberini belirgin kılıyor…

Batı Çalışma Grubu, ocaktaki Peygamberi kutsiyetin gidişine has bir emareydi. Amma hayat devam ediyor ve birbirlerini takip eden periyotlarla ocak, eski kutsiyetine yeni baştan kavuşuyor. Allah-ü Alem, kıyamete kadar devam edip gidecek… 

Ömrü uzun olur İnşaallah… 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23