Akdeniz´in eşsiz mavisi imiş...
Erken Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk’ün başlattığı kökten sanayileşme hareketi, ikinci beş yıllık programına gelince, İkinci Dünya Harbi çıkar ve kösteklenir. Akabinde, yokluk ve kıtlık yılları, şeflik döneminin baskıları, asker almalardaki yoğunlaşmanın hububat üretiminde verim kaybına sebebiyet vermesiyle ekmekte karne uygulamasına geçilmesi, Bayar-Menderes ekibine iktidar yolunu açtı ve beşer yıllık kalkınma planları rafa kaldırıldı…
Harp sonrası Türkiye, ABD’ye elini kaptırınca Atatürk’ün başlattığı kalkınma politikalarına kaldığı yerden devama geçildi. Ulaştırma ve tarım sektörlerinden işe başlandı. Kökten ağır sanayileşmeye el atıldıysa da, daha ziyade imalat sanayiinin tüketime yönelik sektörlerindeki fabrikalaşma hareketi, köylerin boşalmasına yol açtı. Şimdi buracıkta Erdoğan Bayraktar’dan bir paragraf aktaralım,
“1955’ten sonra göçün yoğunlaşması nedeniyle kente yeni gelenler şiddetli bir konut kıtlığıyla karşılaşmışlar. Ayni zamanda bütünüyle özel girişimcilerin elinde olan inşaat işindeki hızlı büyüme devasa boyutlarda toprak spekülasyonu yaratmıştır. Hızla büyüyen yerli girişimci sınıf, sanayi yatırımı yapmak yerine, kendilerine düzenli gelir sağlamak ve paralarının değerini korumak amacıyla LÜKS konut inşa etmeye başlamışlar. İnşaat patlaması da, çoğu köylerden gelen işçilere olan talebi arttırmıştır”…
Tüketime yönelik imalat sanayi göçmen işçinin ücret talebini fazlasıyla karşıladı. İmalat sanayi, bir yandan kalitesizlik, diğer yandan hızlı birikim hırsıyla iç piyasaya yönelik olduğundan, üretilenlerin satılabilmesi için sendikalar ücret olarak ne talep etmişse, işverenlerce gözü kapalı kabul edildi. Ücretlerdeki bu para bolluğu da, köyden kente akan göçmen işçiler arasında LÜKS TUTKUSUNA yol açtı…
İhracatsız ithalat, bu tutkunun harcamalarını karşılayamaz hale geldiğinde, işçi dövizleri LÜKS sofralarda meze olarak heba edildi. Hazine’nin kullanılabilir başka kaynağı da yoktu. Kırım harbinin Osmanlı devletini, Hazine anahtarını Duyun-u Umumiye teslime zorlaması gibi, lüks konut etiketine düşkünlük de, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerini ağırlıkla iç politikalarında karar yetkisini IMF’nin iradesine devretmeye sürükledi. Birbuçuk milyon dolarlık borç bulabilmek amacıyla Avrupalara sefere çıkan koca Türkiye Başbakanı Karaoğlan’ın başarısını, hükümetin iki bakanı, o günlerin yılbaşı gecesini Maksim gazinosunda Rafeella Carra ile birlikte kutlamışlardı !…
“Lüks” etiketleri mahalle aralarının üç beş katlı inşaatlara has bir reklam çağrısı olmanın ötesinde, manav tezgâhlarına da indi. Elmanın ve domatesin lüks olanlarıyla beslenmeye başladık…
Demirel baktı gördü ki, lüks tutkusu başımıza bela. 24 nisanda bir karar verdi. Ekonomi politikasını dışarıya çevirdi. Gayrimenkul mallarda ihracata yöneldik. Gayrimenkul değerler, vatanın avuç içi hacmindeki toprakları sarımsak soğan misali ihraç kalemi sayılır oldu. Amma Batı’nın lüks konutu bizim buraların “lüks konutlarına” benzemezdi. Bir iki denemeden sonra yüksek yüksek kuleler ve rezidans denilen kaşaneler yabancıya tapulanır olunca zincirleme etkisini, bu yılın sonunda gösterdi… İnşaat sektörü, kalkınma hızında en büyük pay sahibi oldu…
Halk tekerlemesindeki “umud” kavramı yerini “lükse” terk edince, meşhur tekerleme de şu formata büründü;
Lüks, fakirin azığıdır…
Ve lükste ayırımcılık da yoktur. Lüks hayatta din, dil, ırk ve cins, siyasi ve felsefi inanç farkı da aranmaz…
•
Akdeniz taraflarından bir davetiye, açık davetiye göndermişler. Şahsımıza değil parası olup milli şuuru yerinde olmayanlara ilan anlamında…
“Göz alıcı modern mimarisiyle, altın renkli kumsalıyla, şahane manzarasıyla, muhafazakâr ‘ MÜSLÜMAN’ ailelerin dini taleplerine uygunluğuyla, bay ve bayanlara has özel yüzme havuzları ve sıpa’larıyla (Spa) da olabilir, unutulmaz tatilleriyle sizleri davet ediyoruz. Hiçbir yerde eşi benzeri bulunmayan doğal manzaralar ve alternatifsiz bir tatil için sizleri Türkiye’nin LÜKS TATİL CENNETİNE DAVET EDİYORUZ…
“Konforu şıklıkla buluşturan bu LÜKS TATİL CENNETİNE gittiğinizde, kendinizi Akdeniz’in efsunlayıcı sakinliğinde hayatınızın keyfini yaşamış olacaksınız”…
HAMİŞ: Benim dini bilgim pek fazla derin değil. Ara sıra duyarız, “Hz. Allah, nimetlerinin eserini kullarının üzerlerinde (sofra ve gardroplarında) görmek istermiş”… Bilmiyorum. Eğer öyle ise, ne diye kafa tutuyoruz tesettürde moda takipçisi kullarına?...