• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ali Osman Aydın
Ali Osman Aydın
TÜM YAZILARI

Televizyonun “Gayri Meşru Çocukları”

14 Eylül 2017
A


Ali Osman Aydın İletişim: [email protected]

Dünya toplumları adım adım sosyal bir felakete doğru gidiyor.

Aileler çatırdıyor, toplumlar tefessüh ediyor…

Popüler kültür dünyanın her yerinde benzer enstrümanlarla aynı melodiyi çalarak kitleleri kapitalizm adına ve onun amaçları doğrultusunda güdüyor.

Oysa yüzyılın başlarında hemen hemen bütün dünya toplumları popüler kültürden uzak, katı bir muhafazakarlık içinde yaşıyordu.

Sanayi toplumu şehirlerin dışında henüz egemenlik kurmamıştı. Aile hala büyük ve güçlüydü ve elbette herkes tarafından mukaddes kabul ediliyordu. Erkek maişet temin ediyor, kadın evini çekip çeviriyordu. Bu rol dağılımı şaşmaz bir şekilde dünyanın her yerinde, bütün toplumlarda işliyordu.

Robert Menzies 1942 yılında orta sınıfı tasvir ettiği makalesinde şu ifadeleri kullanıyordu:

“Ev, aklı başındalığın ve itidalin temelidir; evin sağlık durumu bir bütün olarak toplumun sağlık durumunu belirler.“

HER ŞEYİ DEĞİŞTİREN “O ŞEY” NEDİR?

60’lı yıllara kadar ev ve aile ile ilgili kanaatler hemen hemen hiç değişmeden bu şekilde gelir.

Ancak 60’larda belirgin bir kırılma yaşanır.

Bir şey aileyi bir arada tutan bağları besbelli ki sarsmıştır.

Aile ile ilgili müsbet değerler düşmeye, menfi değerler yükselmeye başlar.

Önce boşanma oranlarında gözle görülür bir artış yaşanır.

Ardından evlenme oranları düşer…

Söz gelimi Avrupa’da 70’lerde 25-29 yaş aralığındaki kadınların %81’i evliyken  2010’a gelindiğinde bu oran %21’lere kadar düşer.

Ancak evlilik oranlarının düşmesinden ve boşanmaların artmasından daha ilginç bir sonuç başka bir istatistikte ortaya çıkar.

Evlilik dışı çocuklar…

1960 senesine gelindiğinde Amerika başta olmak üzere Avrupa’da gayri meşru çocuk sayılarında patlama yaşanır.

Her ne kadar Hollywood’a ev sahipliği yapsa da zamanın Amerikası oldukça muhafazakardır.

Hatta Elvis Presley’in yaptığı dansın Amerikan ulusal kanalında sansür edilmesi bile gündeme gelir. Çünkü bu dans hala orta sınıf ciddiyetini koruyan toplumun değerlerine bir  meydan okuma olarak algılanmaktan kurtulamaz.

1950’lere kadar %3-4 seviyelerinde olan evlilik dışı çocuk oranı Beatles’ın Amerikan televizyonlarındaki ilk canlı icrasını yaptığı 9 şubat 1967’ye gelindiğinde %10’lara, 70’lerin sonunda ise % 20’ye dek ulaşır. 2000’lerde bu oran, evlilik dışı doğan çocukların evlilikle dünyaya gelmiş çocuklardan daha fazla olmasıyla sonuçlanır.

 

Avrupa’da da durum pek faklı değildir. Kıta’nın en müreffeh  ülkelerinden Finlandiya’da 1960’larda %7.4 olan evlilik dışı çocuk oranı 2011’de % 40,9 seviyesine yükselir.

 

1950’lerde Norveç’te evlilik dışı çocuk oranı %3.7 seviyelerindedir. 80’de %14.5 olan oran 90’larda tüm dünyada paralel yaşanan bir patlamayla %38.6’ya yükselir. Bugün bu oran  %55’in üzerindedir.

İsveç, 1960’larda % 11 oranında evlilik dışı çocuğa sahiptir. 2000’lere geldiğinde ise bu oran % 55 olur.

Evlilik dışı çocuk oranında İzlanda % 65’le rekoru elinde bulundurmaktadır.

 

İstatistikler ve sosyoloji, 1950’li yılların sonlarında gizli bir milat yaşandığı fikrinde birleşiyor. O tarihten sonra dünyanın değiştirdiği makas, toplumları bugünkü çürüme haliyle baş başa bıraktı denebilir.

Elbette hiçbir sosyolojik vaka tek bir nedenle izah edilemez.

Ancak veriler de gösteriyor ki, evlilik dışı çocuk oranlarında tüm dünyada yaşanan artışla televizyonun yaygınlaşması aynı zaman dilimine denk gelmektedir.

Televizyon nerede yaygın bir kitle eğlencesine dönüşmüşse aileye dönük öğütücü mekanizma orada çalışmaya başlamıştır anlaşılan.

Popüler kültür yaygınlaşıp, toplumlar tarafından içselleştirilince bireysel değerler topluma karşı zaferini ilan etmiştir. Bireyselliğin yüceltilmesi ise aile değerlerinin çözülmesiyle sonuçlanmıştır. Bu da Avrupa’da neredeyse doğan her iki çocuktan birinin bekar anne ve babalardan dünyaya geldiğini göstermektedir.    

Hatırlamak gerekirse televizyon Amerika’da 1940’lı yıllarda barlarda toplanan işçi sınıfının izlediği sihirli bir eğlence kutusu olarak görülmüş ve 1950’lerde iyice yaygınlaşmaya başlamıştır. 1950’lerin sonunda artık ülkenin yaklaşık üçte ikisi bu sihirli kutuyu seyretmeye başlamıştır bile. 1955’ten itibaren de televizyon, yayımladığı dizilerle tüm ülkede büyük ilgi ve heyecan uyandırmaya başlamıştır. Televizyonun bu seyri dünyanın gelişmiş ülkelerinin çoğunda benzer bir takvime göre işlemiştir.

Popüler kültürün sözcülüğünü yapan televizyon bugün internetle birlikte tartışmasız en büyük propaganda aracıdır. Televizyon, dizilerle toplumları istila etmeye başladığı 60’lardan beri en etkili ve yaygın iletişim aygıtı olma özelliğini hiçbir teknolojik alete kaptırmamıştır. 60’lı yıllarda evlilik dışı çocukların sayısında patlama yaşanmıştır çünkü aynı yıllarda ilk kez televizyon karşısında büyümüş bir kuşak ortaya çıkmıştır. Bu kuşak tamamen televizyonun, yani popüler kültürün “Hayatını yaşa!” değerleriyle büyümüş bir kuşaktır.

70 ve 80’lerde bu kültür iyice oturmuş ve televizyon toplumlar üzerindeki mutlak belirleyiciliğini ilan etmiştir.

Televizyon modayı belirlemiş, tüketim kültürünü hakim kılmış, geleneği yıkarak yeni alışkanlıklar aşılamıştır.

Böylelikle Madagaskar’dan Hakkari’ye kesintisiz bir ortak kültür meydana gelmiştir.

Kültür var etmek konusunda televizyon kendince usullere sahiptir. Televizyon kitleye ne yapacağını doğrudan söylemez… Bunun yerine daha akıllıca bir yöntem izler. O, kitleyi ne hale sokmak istiyorsa, kitle için nasıl bir yaşam modeli uygun görüyorsa bunu dizilerle kitleye sunar. (Bu nedenle, bugün yayımlanan dizilerin yansıttığı değerlere bakalım ve gelecekte bizi nasıl bir toplumun beklediğini çıplak gözlerle seyredelim…)

Kitle hangi inanç ve geleneklere sahip olursa olsun televizyon kendi ideolojisini en tanınmış yüzlerle usul usul, azar azar ama sürekli bir biçimde kitleye telkin eder. Yeteri kadar tekrar edilen her telkin iradeyi teslim alma gücünü elde edecektir. Bu kural toplum ve televizyon ilişkisinde de değişmez.

Şimdi, bütün bu bahsi neden açtık?

Bildiğiniz gibi, dizilerin yeni yayın dönemi başlıyor.

Hemen her kanalda yeni dönemin tanıtımları dönüyor.

Dolayısıyla, sunulan karnavalın arkasındaki korkunç planı görmek gerekiyor.  

Çünkü, her dizide aile ocağı kötülüğün kuluçkası gibi gösteriliyor.

Gayri meşru ilişkiler, bekar anne ve babalar dizilerde allanıp pullanıyor.

Toplumları çökerten “Hayatını yaşa!” felsefesi bu dizilerde baş tacı ediliyor.   

Bireysel değerler, özgürlük öne sürülerek göklere çıkarılıyor.

Örf ve adete, dini değerlere ters olan ne varsa bu dizilerde yüceltiliyor.

Toplum bir felakete hazırlanıyor…

Bütün bu oyun televizyon ve popüler kültür üzerinden dünyada sahnelenen oyunun aynısı…

Amerika ve Avrupa bu anlamda ne hale geldi oranlarla izah etmeye çalıştık.

Ülkemizde oranlar henüz bu ölçülerde değil ancak bütün kanalları sahaya sürerek aileye karşı yapılan bu savaşı kazanmak istiyorlar.

Dizilerde toplum ve ahlak dışı karakterler kahraman gibi sunularak aileler dağılsın, insanlar daha da yalnızlaşsın isteniyor.

Araştırmalara göre yalnız kişiler, ailelerden daha çok tüketiyor ve popüler kültür propagandasına karşı daha savunmasız hale geliyor.

Dizilerin yeni dönem saldırılarına karşı teyakkuzda olalım.

Başta kendi ailemiz olmak üzere çevremizi ekran başından mümkün olduğunca uzak tutalım.

Unutmayalım, aile olmasaydı bizler de olmazdık.

Ve gelecekte aile olmayacaksa Türkiye’de olmayacak…

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23