• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ali Osman Aydın
Ali Osman Aydın
TÜM YAZILARI

Sandıktan çıkan…

02 Nisan 2019
A


Ali Osman Aydın İletişim: [email protected]

Türkiye belki de en gerilimli seçimlerden birini yaşadı pazar günü.

Seçim sonuçlarından önce konuşmamız gereken iki olay var, ki ikisi de son derece önemli. Birisi unutulmaya yüz tutmuş diğeri ise her gün öfkeyle bilenen yanımızla alakalı…

Bunlardan ilki Ak Partili Yusuf Özoğul’un yaşadığı hadise idi.

Yusuf parti broşürlerini dağıtmak için gittiği bir evde terbiye yoksunu muhalif bir partizan tarafından aşağılandı.

Yusuf’un tepkisi ise herekse örnek olacak nitelikteydi.

Tüm aşağılamalara, terbiye çizgisini, sükunetini hiç bozmadan cevap verdi Yusuf…

Tıpkı Yunus’un “Sövene dilsiz gerek” ifadesindeki gibi…

Yusuf’u aşağılayan bir muhalifti. Ancak Yusuf’un tepeden tırnağa edep dolu tavrı sadece siyasete değil belki daha çok medyaya, yani bizlere ve elbette bugünlerde iyiden iyiye kutuplaşan halka örnek olmalı diye düşünüyorum.

****

Diğer önemli olay seçim günü Malatya’nın  Pütürge ilçesinde yaşandı. Oy kullanacak yaşlı vatandaşa kabinde yardım etmek isteyen biri ve yanında bulunan fanatikler, buna engel olan Saadet Partisinin sandık görevlileri Hasan Aktaş ve İlyas Aktaş’a ateş açtılar. İki de sandık başında hayatını kaybetti. Köşelerinden “biz beka için evlat katletmiş bir geleneğin devamıyız” diyen yazarların içine su serpilmiştir muhtemelen!!!

Elbette sadece bu nedene bağlanamaz ama bu cinayette ülkenin vatanseverler-hainler,  yerli ve milliler- bölücüler, dindarlar- din düşmanları, cennet bileti alanlar ve almamakta ısrar edenler şeklinde bölünmesinin payı az mıdır? Hangimiz günlük hayatımızda, siyasetin öfkeli üslubunun etkisi olmadığını söyleyebiliriz. Bizi ailemizle, köylülerimizle, komşularımızla düşman haline getiren bir siyaset anlayışının çözümden çok problem getirdiğini anlamak için illa da böyle acı vakalar mı yaşanması gerekiyor?

****

Gelelim seçim sonuçlarına…

Öncelikle seçim sonuçlarının ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Vatandaş büyük bir demokratik olgunlukla sandığa gitti ve siyasetin önüne gücün herkese belli bir miktar dağıtıldığı kartlar koydu…

Her ne kadar geçersiz oylarla ilgili çok sıcak tartışmalar olsa da kesin olmayan sonuçlara göre Ak Parti Ankara’yı, İzmir’i ve 94 yılından beri yönettiği İstanbul’u kaybettiği görünüyor.

Her işte bir hayır vardır...

İnsanların genel anlamda AK Parti’nin hizmetlerinden memnun olmadığını düşünmüyorum.   Zaten oylarda belirgin bir düşüş olmaması, neredeyse 24 Haziran’daki oy oranlarının korunması da  bunun bir kanıtı. 17 yıllık bir iktidarın yıpratıcı tüm faktörleri hesaba katıldığında bu sonuç, büyük bir başarı olarak okunabilir. Seçimin tayin edici hadisesi ise büyük şehirlerin kaybedilmesi idi…

Özellikle İstanbul baz alındığında sayın Binali Yıldırım’ın kötü bir kampanya yürüttüğüne inanmıyorum. Binali Yıldırım bakanlık döneminden başlamak üzere ülke kalkınmasına, altyapısına büyük hizmetleri olmuş, değerli bir siyaset adamımız. Aşırı söylemlere kaçmayan, kuşatıcılığı elden bırakmayan, temkinli, temiz bir propaganda yürüttü. Hatta “Ankara’ya değil benim söylediklerime bakın” bile dedi genel siyasetin sahadaki olumsuz etkisini fark ettiğinde. Partinin sahip olduğundan ayrı olarak, kendisinin ciddi bir oyu olduğunu sanıyorum, ki zaten sandığa yansıyan da budur bana göre.

Fakat ne yazık ki seçim sonuçlarını belirleyen bu dil değil Ankara’nın yürüttüğü “Beka, terör, bölücülük, zillet ve ihanet” eksenli propagandaydı. Seçimlerden önce aşırılıkçı söylemlere karşı uyarılarda bulunmuş biri olarak, bu noktada birkaç şey söylemek gerekir diye düşünüyorum.

****

Seçim sonuçları hadiseleri okuyabilenler için hiç de sürpriz olmadı.

Hatta aksine, her şey bir bando takımı gibi, göstere göstere, gürültüyle geldi…

Yereldeki icraatıyla iktidara gelmiş Ak Partinin, yerel yönetimlerde yaptığı sayısız hizmete değil de “Beka” adı verilen gündeme odaklanması stratejik bir hataydı bana göre. Yerel hizmetlerle ilgili söylenebilecek ve kimsenin inkar edemeyeceği çok şey vardı. 

iktidar, medya gücünü de yanına alarak, zaman zaman şahısları da hedef alan söylemlerde bulundu. Bazı muhalif adayların üzerine dört bir koldan gidilerek baskı uygulanması, vatandaşta o kişilerle ilgili mağdur imajı oluşturdu. Ve seçmen her zamanki refleksiyle mağduru sahiplendi. Mansur Yavaş hadisesi tastamam budur…

Siyasetin öfkeli dili medyaya da sosyal medyaya da hakim oldu. İnsanların aklıyla, vicdanıyla alay eden haberler yapıldı, manşetler atıldı. Ekrem İmamoğlu’nun Ülke TV’den Turgay Güler’in konuğu olduğu program, bazı medya mensuplarının nasıl bir fanatizme savrulduğunun kanıtıydı mesela. 90’lı yıllarda Ümit Zileli’nin kışkırtıcı, düşmanlaştırıcı, aşağılayıcı, kibirli tavırlarıyla yaptığı programlardan bir benzerine imza atıldı bu programla. Hiç yabana atmayalım, tek başına o program bile İstanbul seçimlerine % 1 oranında olumsuz bir etki etmiş olabilir.

Havanın kesafeti öyle arttı ki siyasete itidal tavsiye eden, nasihat eden yazılarımızdan dolayı biz bile kınandık, hakarete uğradık. Sosyal medyada iktidara yakın yotuberlar, amigolar, troller; iktidar adına, kendileri gibi düşünmeyenleri recm eden bir nefret propagandası yürüttüler. Bu aşırılıkçı propaganda “küskünler” oluşmasını sağladı. Sosyal medyada, gazete köşelerinde konuşlanan bu fanatik kişiler, yazarlar iktidar tarafından sadece izlendiler ne yazık ki.

Bu yüzden iftira, hakaret, aşağılama, ayrıştırmaya dayalı siyaset dili seçmenden veto yedi.

Seçimin kaybedeni bu çirkin üsluba dayalı siyaset ve medya anlayışıdır bana göre. Elbette tek faktör bu değildir ama bunun çok belirleyici olduğunu düşünüyorum. Diğer faktörleri zaten önlem alınması için, 24 Haziran seçimlerinin ardından https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/ali-osman-aydin/ak-parti-neden-oy-kaybetti-24828.html yazısıyla bir bir anlatmaya çalışmıştık…

****

On beş yılda on beş seçim geçirdik. Her seçim bir öncekinden daha sert ve daha kırıcı oldu. Toplumsal olarak çok yara aldık. Halk gerilimden, kavga üslubundan bıktı.  Bundandır ki icraatlarını beğendiği halde bazı belediyeleri iktidarın elinden alarak, yereldeki gücü  dağıtarak ona bir mesaj verme yoluna gitti.

Buna karşın CHP gibi yerel yönetim başarısı kuşkulu bir partiye, sert kimlik siyasetinden kaçındığı için belki de Türkiye’nin en büyük şehirlerinden bir kısmını vermeyi tercih etti. Halbuki horlamayan, kutuplaştırmayan, kuşatan, “hepimiz biriz” diyen müşfik  dil 94’te İstanbul’u,  2002’de iktidarı kazandıran, gayet iyi bildiğimiz bir dildi…

Büyük şehirlerde sonuç önümüzdeki günlerde değişir mi bilemem. Ancak sonuç değişse bile üslup konusundaki teşhis gerçekliğini, ehemmiyetini Pütürge olayındaki gibi can yakıcılığını koruyacaktır… Siyaset Türkiye’de yeni bir dile, biçime evrilmek zorundadır. Bunu doğru okuyan siyaseten varlığını sürdürebilecektir.

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23