• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ali Osman Aydın
Ali Osman Aydın
TÜM YAZILARI

Muhafazakarlar Aşağılık Kompleksini Yenebilecek Mi?

25 Mayıs 2017
A


Ali Osman Aydın İletişim: [email protected]

Alman traşı…

Çin mutfağı..

Fransız stili etek…

İsveç tarzı mobilya…

İtalyan kesim elbise…

İngiliz usulü evlilik…

Amerikan tipi beslenme…

Ve hala mümkünse Türk (!) tipi bir yaşam…

Türk modernleşme tarihi, Alfred Adler’in aşağılık kompleksi teorisi ile ilgili dudak ısırtacak örneklerle dolu. AVM’lerde uzaylı gibi gezinen tiki tiplerin evrimsel kökeni 90’lara değil, 2. Mahmut dönemine dayanıyor.

Türkiye’de toplum iki yüz yıldır utanç verici bir aşağılık kompleksiyle yoğruluyor. Toplum, teknik olarak bir başkasına benzemek için kıyasıya çabalarken bir yandan da kendi kalmaya çalışmanın travmasını yaşıyor. Yani, imkansızı deniyor…

Batılılaşma bizde sokaklara inmeden çok önce Saraya hakim oldu. “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı”nın tüm sultanları, yani Sultan Mahmut, Abdülmecid, Abdülaziz ve 2. Abdülhamid az ya da çok bu kompleksin mağduruydular…Bu yüzden Osmanlı’nın son döneminde inşa edilen saraylar Batı mimarisinin alışıldık birer örneğidirler. Sadece mimarileri değil, aynı saraylar tezyinatından mobilyasına kadar Avrupa menşeilidir ve bu kimseyi şaşırtmaz. Beni en çok şaşırtan da budur!

“Payitaht Abdülhamid “çiler rahatsız olacaklar belki ama ”Ulu Hakan” bütün manevi ve siyasi meziyetleri yanında alafranga kültürün sıkı bir takipçisiydi. Meşhur bir rivayete göre Halife Abdülmecid, Şehzade Ömer Faruk Efendi için edebiyat muallimi arıyorken konuyu dönemin ünlü ismi Tevfik Fikret’e danışmıştı. Halife’nin danıştığı Fikret, Kur’an’ı Kerim için:  “Yırtılır, ey kitâb-ı köhne, yarın/ Medfen-i fikr olan sahîfaların.” dizelerini kaleme almış bir şahıstı. Yani modernleşmemiz de komplekslerimiz de, çözüm yöntemlerimiz de trajikomikti.

Batı karşısında duyulan bu aşağılık kompleksine çare olarak, yarım yamalak reformları bir kenara bırakarak, Batı’yı tümden kopyalamak gerektiğine karar verildi.  Galibe benzemek, mağlubiyetin acısını hafifletebilirdi. İşte Kemalizm, bu kopyacılığın ta kendisi haline gelerek Türkiye’nin son iki yüzyılına hakim olan kompleksin radikal bir devamı oldu.

Neden bu gereksiz, çetrefilli konulara girdik! Cevabı basit: Maalesef bu konulardan hiç çıkamadık!

MUHAFAZAKAR KOMPLEKSİN MALİYETİ

Bugün memlekette söz sahibi olan muhafazakarlar, Kemalistler kadar olmasa da hatırı sayılır bir komplekse sahip. Statü arttıkça ev, araba, kültürel neşriyat gibi tüketim kalemlerinde muhafazakar değerlerden hızla uzaklaşıldığı gerçeği bunun bir sonucu… Yani için için Batı’dan ve Batı değerlerinden nefret ediliyor ama, aynı zamanda ona karşı gizli bir hayranlıkta besleniyor.

Bu yüzden İktidar çevrelerinin özellikle Kültür’e dair işleri, muhafazakar iktidarın dünya görüşüne pek yakın olmayan bir güruh tarafından yönetiliyor. İktidar çevreleri de ehil olmadıkları bu sahada topu, sözünü ettiğimiz çevrelere teslim ederek duydukları kompleksin baskısından kurtulmaya çalışıyorlar.

Osmanlı’daki askeri teknolojiyi yönetecek yabancı transferi veya Cumhuriyet dönemindeki hukuk ithali gibi…

Ya da, Polonyalı besteci Albert Bobovvski’yi Ali Ufki Bey’e dönüştürdüğümüz gibi… 

Muhafazakar iktidar ağırlığı siyasal uğraşlara verdiği ve kültür alanında Osman Gazi Köprüsü gibi kalıcı, köklü işlere imza atmadığı için bu işler öteden beri sözünü ettiğimiz kesime havale edildi. Tabiri  caizse her iktidar çevresi “bu kişinin tavassutu bana uymaz (!)” demeden danışacak bir “Tevfik Fikret” devşirdi…

Bu kesimlerin Ak Partiyi iktidarda tutan kitle kültürüyle ne kadar içli dışlı olduğunu anlamak için tek bir örnek kafi. 

İstanbul’un bir ilçesinde, Ak Partili belediye tarafından halka açık alanda, Kabe-i Şerif maketi yaptırılmış  ve hatta maket etrafında tavaf dahi yapılmıştı. 

Görüldüğü üzere skandalın boyutu yalnızca siyasi değildi ancak bu kimsenin dikkatini çekmedi çünkü bu tür hadiseler bir tür “sürçme” olarak kabul edildi. Oysa bu olay benzer çevrelerin kontrolsüz kaldıklarında neler yapabileceklerinin bariz bir göstergesiydi. 

Nitekim, en son İBB imzalı “1453” dergisinde  patlayan, “Erdo-Gone” (Erdoğan Gitti) skandalı da aynı kesimlerin kritik bir zamanlamayla ait oldukları kuşağın fay hattını nasıl tetikleyebildiklerini gösterdi.

Bu kez skandalın üstü örtülemedi ve Büyükşehir belediyesi, yapılan haberden dolayı alelacele yayını kapatma kararı almak zorunda kaldı.

Büyükşehir’in finanse ettiği, Büyükşehir’in logosunu taşıyan bir yayının içinde Cumhurbaşkanıyla ilgili böyle fütursuz gönderme yapılmasının izah etmeye çalıştıklarımız dışında, anlaşılır bir açıklaması olmadığı kesin.

Ama şurası da kesin ki, düşüldüğünde ilk tekmeyi atacak, geleneksel değerlerle yıldızı hiç barışmamış, seküler kültürü içselleştirmiş bir kesim, İktidarın kaynaklarıyla gün be gün büyütülüyor…

Konser programlarına “Gezici” isimlerin çağrılması…

Söyleşi ve konferanslarla muhalif çevrelerin finanse edilmesi…

Prömiyerler için dejenere mekan-muhitlerin seçilmesi…

Siyasal, kültürel kimliğe zıt gala geceleri,

Absürt PR çalışmaları…

Tuhaf kampanyalar ve ilginç festivaller,

hep bu kesimin işi…Sürecin ağırlaşarak bir ihanete dönüşmemesi için bu kesimlerin finansörü olan idarecilerimize feraset ve basiret diliyoruz. İktidarın kendi kültürel hinterlandını oluşturmak adına dejenere çevreleri merkezden uzaklaştırarak kendi evlatlarına imkan sağlamasının en tutarlı yol olacağını belirtiyoruz… 

ANNELERE 2 MİLYAR HARCANDI

Bankalararası Kart Merkezi Anneler günü kapsamında yapılan harcamaların bilançosunu açıkladı.

2011’in anneler gününde harcamalar 790 Milyon TL. de kalmıştı. 2017’de neredeyse 2 Milyar liraya ulaştı. Bu bilgi “Annelere verilen değerin küçük bir göstergesi” şeklinde haberleştirildi.

Modern toplumda şahsiyetler değer kaybettikçe maddenin sembolik değeri artıyor.

Huzurevine terkedilen anne sayısı çığ gibi büyüdükçe…

Anneler, yalnızlığa, ilgisizliğe, sevgisizliğe hapsedildikçe…

Annelik, bekar kadınlar tarafından hafife alındıkça…

Annelik, kendisinden kaçılan bir kurum haline geldikçe…

Annelik, evlatlar nezdinde itibarını yitirdikçe…

Anneliğin, bu topraklardaki kurucu rolünün ağırlığı azaldıkça…

Diziler de “Anne” her fitnenin başı olarak lanse edildikçe…

Medya cinsel özgürlüğü övüp bekarlığı methettikçe…

Medya pompalamasıyla sembolik, geçici bir değer kazanıyor anneler…

Anneliğin maddi ve manevi değeri azaldıkça, Anneler gününün değeri artıyor…

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23